Matematik/Fizik/Kimya ve Bilimsel Gelişmeler

Meteorolojik Model Güncelleme Saatleri
06:30-08:15 (GFS Sabah)
09:00-10:00 (ECMWF Sabah)
12:30-14:15 (GFS Öğlen)
18:30-20:15 (GFS Akşam)
21:00-22:00 (ECMWF Akşam)
00:30-02:15 (GFS Gece)
  • Bizimde üzerinde çalıştığımız bir molekül sınıfı olan pigment türü Ftalosiyaninler ile ilgili ufak bir bilgi..

    VATAN NE TÜRKİYE’DİR TÜRKLERE NE TÜRKİSTAN VATAN BÜYÜK VE MÜEBBET BİR ÜLKEDİR TÜRKLERE TURAN


  • Küresel Isınma Nedeniyle 'Eriyen' Dünya'nın Yürek Burkan 10 Year Challenge Fotoğrafları

    Gezegenimiz her ne kadar durağan gözükse de oldukça dinamik bir yapıya sahip. Üstelik Dünya'daki bu değişim öyle hızlı ve belirgin gerçekleşiyor ki gezegensel bir 10 Year Challenge fotoğrafı yayınlanabiliyor.

    Bugünlerde başta Instagram olmak üzere tüm sosyal medya mecralarında bir ‘10-year challenge’ (10 yıllık mücadele) trendi başlamış durumda. Bu trend ile birlikte insanlar 2009 ve 2019 yılına ait fotoğraflarını paylaşarak 10 yıllık süreçte geçirdikleri değişimleri yakınları ve takipçileri ile paylaşıyorlar.

    10 Year Challenge: Arabalar 10 Sene İçerisinde Ne Kadar Değişti?

    Fakat unuttuğumuz şey, bu 10 yıllık süreçte hepimizden daha fazla değişen bir şey vardı; yegane yuvamız Dünya. Küresel iklim değişikliği her geçen gün biraz daha etkisini gösterirken 2018, okyanusların en sıcak olduğu yıl olarak kayıtlara geçti. Dahası, bilim insanları okyanusların düşünülenden %40 daha hızlı ısındığını açıkladılar.

    View image on Twitter

    10-year challenge trendi, çevrecilerin Dünya’daki bu hızlı değişimi göstermesi için oldukça yararlı oldu. Özellikle Reddit ve Instagram gibi platformlarda paylaşılan fotoğraflarda bazı bölgelerin 2009 ve 2019’daki halleri paylaşılarak biz ‘fark etmesek de’ küresel ısınmanın etkilerini bariz bir şekilde gösterdiğini hatırlattılar.


    Kavurucu yazlar, gelmek bilmeyen kışlar ve dahası, küresel iklim değişikliğinin gerçekleşmekte olduğunu bariz bir şekilde gösteriyor. Fakat küresel ısınmanın bir palavradan ibaret olduğunu düşünenler hala bulunuyor. İşte Dünya’nın farklı bölgelerindeki 10 yıllık coğrafi değişimler;


    Aşağıdaki fotoğraflarda İsviçre’deki Rhone buzulunun 2009 ve 2019 fotoğraflarını görebilirsiniz.


    fcc8e309afe30471b432786e1b0cfaef201318b7.jpeg


    Aşağıdaki fotoğraflar 10 yıllık değil; neredeyse 100 yıllık. 100 yıl gözünüze uzun bir süre gibi gelebilir ancak eriyen her buzul kütlesi, kalan buzulların daha hızlı erimesine neden oluyor. Yani geçmişte 100 yılda eriyen buz kütlesi, bugünlerde 30-40 yılda eriyebilir.


    1b87333467565baaf62e8efbeaac4d70c26470ab.jpeg



    https://www.instagram.com/p/BsukjAHFpsi/


    Kaynak: https://www.webtekno.com/kures…-fotograflari-h61368.html





    Fizikçiler, Işığın 2 Kuralını Bozan Bir Makine Geliştirdi

    Yeni bir çalışmada ışığı dairesel bir sistemde inceleyen araştırmacılar, ışığın hareketini değiştirmeyi başardı.

    Yeni bir araştırmaya göre ışığı ince bir dairenin içine göndermek, garip şeylerin yaşanmasına sebep oluyor. Bunların arasında ışığın simetrisinin bozulması da var.

    Mimar Sinan’ın Süleymaniye Camii’sini inşa ederken, caminin ortasında tömbekisiz nargile içtiği biliniyor. Tabii ki Mimar Sinan’ın amacı işin ortasında mola verip keyif çatmak değildi. Mimar Sinan, insan sesine en yakın ses olarak gördüğü tömbekisiz nargile sesiyle camiinin akustiğinin kusursuz olmasını sağlamaya çalışıyordu. Böylece vaazlar ve okunan hutbeler, camideki herkes tarafından net bir şekilde duyulabilecekti.

    d055eb7f5af4ab4357c7864059723c96fd0b009b.jpeg

    Mimar Sinan dalgaların hareketleri konusunda ne kadar bilgiliydi bilinmez ama bugün ses dalgalarının da, ışık dalgalarının da benzer şekillerde hareket ettiği biliniyor. Işığın küçük çemberlerde hareket ederken garip şekillerde hareket etmesi ve garip titreşimler yapması, gelecekte ortaya çıkacak teknolojiler için oldukça önemli bir temel teşkil ediyor.

    Birleşik Krallık’taki Ulusal Fizik Laboratuvarı (NPL) ve Edinburgh’daki Heriot-Watt Üniversitesi’nden bilim insanları, optik halka rezonatöründe ışığın garip hareketler sergilediğini keşfettiler.

    Optik fiber halkalarda hareket eden ışık dalgalarının hareketlerini nereye kadar zorlayabileceklerini merak eden bilim insanları, ışığın iki kuralını bozmayı başardı.

    524ee3bc69d3d3ef0ec46fbccc5d3a33fe2da83b.jpeg

    Işık, zamansal açıdan simetrik olarak hareket eder ve bu durum, optik teknolojisinde oldukça önemlidir. Bilim insanları ise tek yönlü rezonatöre ışığı göndermenin özel bir yöntemini bularak bu simetriyi bozdu ve ışığın bu kuralı ihlal etmesini sağladı.

    Araştırmanın baş yazarlarından François Copie, rezonatöre gönderilen kısa dalgaların birbirlerinden ya daha önce ya da daha sonra vardıklarını ancak hiç aynı anda varmadıklarını belirtti.

    e72badcc7937578286b66bd4e7917ecadcb2b377.jpeg

    Işık dalgaları normal şartlar altında ilerledikleri eksene dik olarak titreşirler. Bu titreşimin yönüne ise polarizasyon adı verilir. Gitar tellerinden ışığa kadar hemen her şeyde polarizasyon sabit olma eğilimindedir. Burada ise durum biraz daha farklı. Işık dalgaları dairede hareket ettikçe ışığın polarizasyonu eliptik yörüngede kıvrılmaya başladı (Bir vidanın dişleri gibi.)

    Burada yapılan çalışmalar elbette ki bütün fizik kurallarını alt üst etti gibi bir durum yok ancak belli koşullarda ışığa belli hareketler yaptırılabildiği anlaşılmış oldu. Yeni geliştirilen optik teknolojiler ve kuantum bilgisayarlar için önemli atılımlar, bu araştırmalardan elde edilen bilgilerin ışığında geliştirilebilecek.

    Araştırma, Physical Review Letters dergisinde yayımlandı.


    Kaynak: https://www.webtekno.com/fizik…ne-gelistirdi-h61366.html

  • Yeni Bir Kasırga Ölçeği Oluşturuldu

    AccuWeather adlı hava tahmin kuruluşu, Kasırgalar için GerçekDarbe Ölçeği adını verdiği kendi kasırga ölçeğini kullanmaya başlayacağını duyurdu!


    Ike Kasırgası’nın 2008 yılında Houston bölgesinde oluşturduğu büyük hasardan bu yana, yani son 10 yıldır, Saffir-Simpson Kasırga Ölçeği‘nin yeterliliği konusunda, kasırga öngörüsü ile ilgilenen hava tahmincileri kuşku duyuyor. Ike Kasırgası, bu ölçeğe göre “Kategori-2” fırtına olarak sınıflandırılmıştı. Fırtınaları 5 sınıfa ayıran Saffir-Simpson Ölçeği’nde “büyük” kasırga olarak nitelendirilenler ise Kategori-3, 4 ve 5 olanlardı. Ike “büyük kasırga” grubuna sokulmadığı için pek fazla kişi kasırganın gelişini ciddiye almamıştı ve sonuç olarak büyük bir hasarla yüz yüze kalınmıştı.


    Yapılan tartışmalardan sonra kasırga bilimcileri, Saffir-Simpson ölçeğinin sadece rüzgar hızını belirtmesi ve fırtınanın şiddeti konusunda belirleyici olmaması şeklinde bir anlaşmaya vardı. Ulusal Kasırga Merkezinin de yapacağı öngörülerde bu ölçeği vurgulamak yerine, fırtınanın ne gibi tehditlerinin (hasar verici rüzgar, fırtına basıncının yükselişi veya yoğun yağmur sonucu su baskını gibi) olabileceğine odaklanması uygun görüldü.


    Saffir-Simpson ölçeği büsbütün kaldırılmadı çünkü halkın büyük bölümü onu biliyordu ve dolayısıyla bir fırtınanın tehdit düzeyini çok genel biçimde anlatmak adına yararlıydı. Bu bir uzlaşıydı. Kasırga uyarısı yapmak karışık bir iştir; öngörüler değişebilir ve sıklıkla da değişir. Acil durum yöneticileri ise bölge sakinlerine ve iş sahiplerine basit, açık bir mesaj vermek ister.


    Şimdilerde durum daha da kafa karıştırıcı olmaya başladı. Amerikan Meteoroloji Topluluğu’nun bir süre önce yaptığı toplantıda, AccuWeather adlı hava tahmin kuruluşu, kendi kasırga ölçeğini kullanmaya başlayacağını duyurdu. “Kasırgalar için GerçekDarbe Ölçeği” (İng. RealImpact Scale for Hurricanes) adını verdiği ölçek, yine 5 kategori içeriyor. Şirket, oluşturdukları bu ölçeğin çok sayıda önemli etkene dayalı bir sınıflandırma yapacağını belirtiyor.


    “Çok sınırlı olan ve sadece rüzgar hızını dikkate alan Saffir-Simpson ölçeğinden farklı olarak, daha kapsamlı olan AccuWeather Kasırgalar için GerçekDarbe Ölçeği, insanları fırtınanın gerçek darbeleri hakkında uygun şekilde bilgilendiriyor. Böylece onlar da canlarını ve mallarını, tropikal fırtına ve kasırgaların risk ve tehlikelerinden korumak amacıyla en iyi kararları vermek için en doğru bilgiden yararlanabiliyor,” diyor AccuWeather CEO’su Joel N. Myers.


    Kaynak: https://bilimfili.com/yeni-bir-kasirga-olcegi-olusturuldu/





    Çin ve Rusya atmosferi kontrol etmek için gizemli deneyler yapıyor

    Çin ve Rusya’nın geçtiğimiz yıl yüksek frekanslı radyo dalgaları ile Dünya’nın atmosferini değiştirmek amacıyla ortaklaşa şekilde bir dizi tartışmalı deney yürüttüğü ortaya çıktı.

    Popular Science ve South China Morning Post gazetesinin haberlerine göre, 2018 yılı Haziran ayında, bilim insanları iyonosferde değişiklikler yapmak için Moskova’nın doğusundaki Vasilsursk kasabasının yakınında bulunan ve Sura İyonosferik Isıtma Tesisi olarak adlandırılan bir üsten yüksek frekanslı radyo dalgaları yaydı.

    Vasilsursk’ün yaklaşık 500 kilometre üstünde, 126 bin kilometrekarelik bir alanın sıcaklığını 100 derece artıran (İngiltere’nin yaklaşık yarısı) toplam beş deney boyunca, Çin sismo-elektromanyetik uydusu Zhangheng-1 de yörüngeden plazma bozukluğunun etkilerini ölçtü.

    Peki neden iyonosfer? İçinde barınan iyonlaşmış gaz (plazma), radyo iletişimi için çok önemli ve stratejik durumda. Bilim insanları ve hatta hükümetler, üst atmosferin bu kısmını oluşturan yüklü parçacıkları seçici bir şekilde bozarak, uzun menzilli radyo sinyallerini kuramsal olarak yükseltebilir veya engelleyebilirler.

    Operasyon ekibinden isminin açıklanmasını istemeyen Çinli bir yetkili, araştırmanın tamamen bilimsel olduğunu, atmosfere zararı olmadığını, “Tanrıcılık” oynamadıklarını ve Ruslarla işbirliği yapan tek ülkenin Çin olmadığını söyledi. sura tesisi

    Sura İyonosferik Isıtma Tesisi

    ABD, ÇİN VE RUSYA’NIN İYONOSFER SAVAŞI

    Rusya ve Çin, atmosfer koşullarını askeri amaçları için değiştirmek isteyen yegâne ülkeler değiller.

    Sovyetler Birliği tarafından 1980’lerin başında inşa edilen Sura İyonosferik Isıtma Tesisi’nin, yaklaşık on yıl sonra ABD’nin Alaska eyaletinde kurulan ve Yüksek Frekanslı Aktif İyonosferik Araştırma Programı (HAARP) adı verilen çok daha büyük olan bir atmosferik ısıtma tesisine ilham verdiği iddia ediliyor. HAARP, başlangıçta ABD ordusunca kısmen maddi destek görüyordu fakat artık Alaska Fairbanks Üniversitesi tarafından yönetiliyor. haarp1

    HAARP Tesisi

    ABD Hava Kuvvetleri, atmosferde düzenleme yapmaya çalışmaktan vazgeçmiş değil. Kurumun son zamanlarda gerçekleştirdiği projeler arasında; yüklü parçacıklardan oluşan plazma bombalarını üst atmosfere bırakmanın iyonosferi nasıl etkilediğini görmek de yer alıyor.

    İddialara göre, Çin’in güneyindeki Sanya şehrinde de gelişmiş bir iyonosfer ısıtıcısı inşa ediliyor. Çin basını, bu tesisin Güney Çin Denizi üzerindeki iyonosferi değiştirebileceğini öne sürüyor.

    Çin ve Rusya’nın son deneylerinin “oldukça başarılı” olduğu iddia ediliyor. Ortada atmosfere zarar veren çirkin bir şeylerin döndüğüne dair henüz bir kanıt yok. Ancak Rusya 2018’de çeşitli zamanlarda GPS bozma sinyalleri göndermekle suçlanmıştı ve iyonosferik düzenleme deneyleri, kuramsal yönden bu olayla ilişkili olabilir.


    Kaynak: https://bilimpro.com/2019/01/1…gizemli-deneyler-yapiyor/

  • İklim Değişikliği Nedeniyle Dünyada İlk Kez Bir Memelinin Soyu Tükendi

    Avustralya'da yaşamını sürdüren mozaik kuyruklu sıçanların nesli tükendi. Bu durum, memeliler tarihinde maalesef bir ilk oldu.

    Avustralya'da Büyük Set Resifi dolaylarında yaşayan mozaik kuyruklu sıçanların soyu resmen tükendi. Doğal olmayan sebeplerle tetiklenen iklim değişikliği nedeniyle, artık bu sıçan türü dünyada var olmayacak.

    d17b605fe2cf50ce11d5315dc94e47c00edb8ddc.jpeg

    Maalesef bu vaka dünya tarihinde bir ilk olma özelliği taşıyor. Daha önce hiçbir memeli türünün soyu iklim değişikliği nedeniyle kurumamıştı. Avustralya Çevre Bakanlığı, yaşanan gelişmeyi resmen kamuoyuna duyurdu.

    a7d9900c86f7f6fd8a73bf820df9f2226f63565a.jpeg

    Çevre Bakanlığı, bugün itibarı ile mozaik kuyruklu sıçanların resmen soyu tükenmiş canlılar listesine alındığını duyurdu. Küresel ısınma, sıcaklık artışları ve buzulların erimesi bu türün yok olmasındaki yegane unsur oldu.


    Kaynak: https://www.webtekno.com/iklim…-soyu-tukendi-h63440.html



    Bilim adamları, Hava Durumunu her zamankinden daha ileride tahmin etmeyi mümkün kıldılar



    Birçoğumuz tahmin edildiği gibi olmayan hava tahminleri tarafından yakalandık, ancak günümüzün gelişmiş modelleri 10 gün öncesinden makul tahminler yapabilir.


    weather-predictions-1_1024.jpg



    Şimdi yeni geliştirilen bir bilgi işlem tekniği bu sınırı daha da ileriye götürmeyi vaat ediyor.


    Sistem ilk vaadini yerine getirirse, gerçekten yararlı olan başka bir dört veya beş günlük(yani 14-15 güne kadar) hava durumu tahminlerine bakıyor olabiliriz. Yani gerçeğe yakın bir yere yapışması makul bir ihtimal.


    Bu ekstra uzun menzilli hava tahmininin sırrı, ilk gözlemlerin kaydedilmesinde yatmaktadır: şimdi olduğu gibi hava durumu.


    Araştırmacılar, gerçek zamanlı okumalardaki değişkenleri azaltarak, süper bilgisayarları iki haftaya kadar doğru olan tahminler üretebilecek hale getirdiler.


    Çalışmanın arkasındaki ekibi "Mevcut durumdaki başlangıç durumu belirsizliğini büyüklük sırasına göre azaltmak, günlük hava durumu için belirleyici tahmini teslim sürelerini beş güne kadar uzatıyor" açıklamasını yaptı.


    “Bu ek öngörülebilirlik sınırının elde edilmesi çok büyük sosyoekonomik faydalara sahip olabilir, ancak daha iyi sayısal hava modelleri tasarlamak, gözlemleri iyileştirmek ve gelişmiş veri asimilasyonu ve hesaplama teknikleriyle gözlemleri daha iyi kullanmak için tüm topluluk tarafından koordine çabalar gerektiriyor.”


    Her hava tahmini şu anda olduğu gibi koşullara dayanmaktadır. Geleceğe ne kadar ileri giderseniz, ilgili sayısız değişken nedeniyle havanın nasıl gideceğini tahmin etmek zorlaşır.


    Bu başlangıç koşulları uydulardan, balonlardan ve meteoroloji istasyonlarından derlenir, ancak bunlar mükemmel değildir ve bu nedenle tahmin modelleri, başlangıç koşullarının farklı varyasyonlarına dayanan birden fazla senaryo çalıştırma eğilimindedir, daha sonra tüm sonuçlardan bir fikir birliğine varır.


    Yeni çalışmanın arkasındaki araştırmacılar, bu yaklaşımı değiştirdiler ve ilk koşulların mükemmele yakın olduğunu farz ettiler, orta büyüklükteki havalarda (Dünya nüfusunun çoğunu etkileyen sistemler) başlamak için 10 kat daha az varyasyon kullandılar.


    Yeni tekniğin 2016 yılı tarihi hava olayları ile test edilmesiyle, iki haftalık bir tarihe kadar makul bir doğruluk seviyesinin korunduğu tespit edildi; bu noktada modellerin 2016'da gerçekte olanlarla hiçbir benzerlik göstermediği görüldü.


    Bu ilginç yeni yaklaşım için çok daha fazla çalışmaya ihtiyaç var, ancak bu daha önce sahip olduğumuzdan daha uzun menzilli bir hava tahmini ve meteorologların şu anda çalıştığı 10 günlük limitten iyi bir sıçrama.


    Bazı kaynaklar size iki haftadan uzun süren hava durumu tahminlerini verebilirken, meteorologlar bunların kullanım için fazla spekülatif olduğunu size söyleyecektir.


    Bu 14 günlük işaret, yarım yüzyıl öncesine dayanan atmosferik modellere ilişkin önceki araştırmalarla da eşleşiyor. Bu araştırmalar, tahminler neredeyse işe yaramaz hale gelmeden önce iki haftalık bir limit önerdi, ancak daha önce hiç görülmemiş bir şekilde, süper bilgisayarlarda test edilmedi.


    Bilgi işlem gücü ve tahmin modelleri elbette her zaman iyileşiyor ve bazı deneyler zaten iki haftalık engelleri kırabileceğimizi göstermiştir. Şimdilik, 14 gün geleceğe bakabildiğimiz kadarıyla hava koşullarına göre görünüyor.


    Pennsylvania Eyalet Üniversitesi'nden araştırmacı Fuqing Zhang, “İki hafta, doğru” dedi. “Gösterebileceğimiz en üst sınır olması kadar yakın.”


    Araştırma Journal of the Atmospheric Sciences dergisinde yayınlandı.


    Kaynak: https://www.sciencealert.com/s…xENlRN3MmG2Dhpy6EDyfD11Fk

  • "İnsanlığın Geleceğini Kurtarma İhtimali Olan, Dünyanın En Ölümcül Varlığı: Bakteriyofaj"


    65ab54e40da66212606f787ab3b03a33282df9ca.jpeg


    İnsanlığın en ölümcül düşmanlarından biri tarih boyunca bakteriler olmuştur. Bu savaşta, bakterilerin en büyük düşmanı olan, dünyanın en ölümcül varlığı ünvanına sahip bakteriyofajlar, dostumuz haline gelebilir. Bakteriyofajlar, sadece belli bakteri türlerini hedef alan virüs türleri. Diğer her virüs gibi bakteriyofajlar da canlı değiller ve çoğalabilmek için canlı hücrelere ihtiyaç duyuyorlar. Bu hücreler de kendileri için bakterilerin ta kendisi.


    bakteriyofajlar-5-638.jpg?cb=1350730939


    Her bakteriyofaj, tek bir bakteriye göre özelleşmiş oluyor. Nadir durumlarda özelleştikleri bakteriye çok benzer olan diğer bakteri türlerini de etkileyebilen fajlar, insanlara hiçbir zarar vermiyor. Hatta siz bu yazıyı okurken bile vücudunuzda ve çevrenizde trilyonlarca faj, öylece süzülüyor. Her gün, okyanuslardaki bakterilerin %40'ı bu fajlar tarafından öldürülüyor. Bakteriyofajlar, özelleştikleri bakteri türleriyle karşılaştıklarında, bu bakterilere tutunuyor ve sahip oldukları genetik materyalleri bakterinin içerisine aktarıyor. Bu genetik materyaller bakterinin kontrol mekanizmasını ele geçiriyor ve sahip olduğu tüm kaynakları virüsü çoğaltmak için kullanıyor. Yeni üretilen virüsler, hücrede kaynak kalmadığında bir enzim salgılıyor ve hücrenin patlamasını sağlıyor. Hücrenin patlamasıyla özgür olan bu yeni virüsler, yeni kurbanlarına denk gelene denk öylece süzülmeye devam ediyorlar.


    35fb25e8012fa75cfa9adb9f4ce819e81f5a8595.jpeg



    Şimdi fajları bir kenara bırakıp, bakterilere odaklanalım. 20. yüzyılda şans eseri penisilini keşfedene dek, bakteriler insanlar için oldukça ölümcüldü. Talihsiz bir enfeksiyon sonucunda ölüp gitmek, çok yüksek ihtimaldi. Fakat ilk antibiyotik olan penisilinin keşfi diğer pek çok antibiyotiğin de önünü açtı ve bakteriler birdenbire insanlar için kolay lokma haline geldi. Her şey çok güzel gitse de, günümüze yaklaştıkça çok ciddi bir problemle karşı karşıya kalmaya başladık. Bakteriler, sadece 100 yıl içerisinde bu yeni taktiğimizi alt etmeye başladılar. Birçok bakteri türü antibiyotiklere dirençli hale gelmeye başladı. Öyle ki, yüzlerce antibiyotiğe karşı hayatta kalmaya devam edip can almaya bile başladılar. Günümüzde sadece ABD'de, her sene 23 bin kişi bu dirençli bakteriler nedeniyle ölüyor ve bu sayı giderek artmaya devam ediyor.


    bakteriyofaj-740x493.jpg


    Özetle bu savaşta, bakteriler aradaki puan farkını kapatmaya başlamış durumda. İşte fajlar, tam da bu noktada devreye giriyor. Antibiyotiklere karşı umursamaz olan en güçlü bakteriler bile, kendilerine göre özelleşmiş olan fajlarla karşı karşıya gelince süt dökmüş kediye dönüyor ve kendini savunamadan ölüp gidiyor. Hatta geçtiğimiz yıllarda, Tom Patterson adlı bir hasta, vücudu yüzlerce antibiyotiğe tepki vermedikten sonra, faj entekte edilmesiyle birlikte hastalığından bir iki hafta içerisinde kurtuldu. Faj tedavisi hala dünyaca ünlü sağlık kuruluşları tarafından onaylanmış değil; fakat bunun nedeni konuya ekstra dikkatli yaklaşılması. Fajlar hakkındaki çalışmalar son yıllarda iyice hızlanmış durumda ve bu konuda birkaç büyük proje devam ediyor. Fajlar insanlara karşı tamamen zararsız olduğu için, tedavi bizler için hiçbir tehlike içermiyor.


    phage.jpg


    Peki bakteriler, bu fajlara karşı da evrimleşebilir mi? Evet; ancak fajlar da evrimleşebilen varlıklar. Zaten günümüzde hala bakterilerin %40'ını tek başlarına yok ediyor olabilmeleri bunun en büyük kanıtı. Faj tedavisinin bir diğer avantajı da, antibiyotiklerin aksine vücudumuzdaki iyi bakterileri de yok etmemesi. Bunun nedeni de tek bir bakteri türüne odaklı olmaları. Özetle fajlar, kedi ve köpekler kadar olmasa da, gelecekte çok büyük dostlarımız haline gelebilirler.



  • Nukleer santrallerde ve bombalarda neden Uranyum kullanilir nasil zenginlestirilir?


    Bir atomun türünü belirleyen çekirdeğindeki proton sayısıdır. Ancak atomların çekirdeklerinde nötronlar da bulunur. Proton sayıları aynı nötron sayıları farklı olan atomlara izotop denir. Uranyum atomlarının çekirdeklerinde 92 proton vardır. Doğada bulunan uranyum izotoplarının en kararlılarının çekirdeklerindeki protonların ve nötronların toplam sayısı (kütle numarası) ise 232, 233, 234, 235, 236, 238 olabilir. Bu izotopların en önemlisi U-235’tir. Çünkü doğada bulunan izotoplar arasında normal sıcaklıktaki nötronlar tarafından bombardıman edildiği zaman kolaylıkla bölünebilen tek izotop uranyum-235’tir. Bu özellikleri dolayısıyla uranyum-235 izotopları, nükleer enerji santrallerinde enerji üretiminde kullanılır. Ancak doğada bulunan uranyumun büyük kısmı (yaklaşık %99’u) uranyum-238’dir. Uranyum-235’in doğal uranyum içinde bulunma oranı ise yaklaşık %0,71’dir. Dolayısıyla doğal uranyumdan enerji üretilebilmesi için önce uranyum-235 izotoplarının ayrıştırılması gerekir.

    İzotopları birbirinden ayırmak -daha doğrusu doğal bir maddenin içindeki bir izotopun oranını artırmak- için pek çok yöntem kullanılabilir. Bu yöntemlerin en bilineninde atomların yayılmasından (difüzyon) yararlanılır. Sabit sıcaklıktaki bir gazın içindeki atomların yayılma hızı, kütlelerinin karekökü ile ters orantılıdır. Dolayısıyla sabit sıcaklıktaki bir gazın içindeki izotoplar, kütleleri farklı olduğu için farklı hızlarla yayılır. Bu yöntemde yüksek basınç altındaki bir gazın bulunduğu bir kapta küçük bir delik açılarak gazın çok düşük basınçlı bir ortama yayılması sağlanır. Kütlesi küçük olan izotoplar daha hızlı hareket ettikleri için düşük basınçlı ortamı bir uçtan diğerine katetmeleri daha kısa sürer. Böylece yayılma sürecini farklı zamanlarda tamamlayan gazları farklı kaplarda depolayarak izotop zenginleştirmesi yapılabilir. Ancak pek çok izotop için yaygın olarak kullanılan bu yöntem uranyum izotopları için pek tercih edilmez. Bu durumun nedeni uranyumun doğada daha çok UF6 bileşiği içinde bulunmasıdır. Uranyum-235 ve uranyum-238 izotopları içeren UF6 moleküllerinin kütleleri arasındaki fark küçük olduğu için bu yöntem çok etkin değildir. Uranyum izotoplarını ayrıştırmak için kullanılan daha etkin bir yöntem santrifüjden yararlanır. Yüksek hızla dönen bir silindirin içinde bulunan maddelerden kütlesi büyük olanlar silindirin dış kısımlarında kütlesi küçük olanlar ise iç kısımlarında toplanır. Örneğin uranyum zenginleştirmesi sırasında ağır uranyum-238 izotopları silindirin dış kısımlarında, hafif uranyum-235 izotopları ise silindirin iç kısmında yoğunlaşır.

    VATAN NE TÜRKİYE’DİR TÜRKLERE NE TÜRKİSTAN VATAN BÜYÜK VE MÜEBBET BİR ÜLKEDİR TÜRKLERE TURAN

  • Narsil hocam merak ettiğim bi soruydu yazınız için teşekkürler.

    (Biz difüzyonu biyoloji dersinde görmüştük demekki kimyadada kullanılıyormuş :D )

    Kimyadada vardir ozellikle gazlarin diffuzyonu(yayinimi) deneyleri universitede kimya ogrencilerine yaptirilir

    VATAN NE TÜRKİYE’DİR TÜRKLERE NE TÜRKİSTAN VATAN BÜYÜK VE MÜEBBET BİR ÜLKEDİR TÜRKLERE TURAN

  • Grafen, Güneş enerjisi, Nano teknoloji, bilgisayar işlemcisi,enerji depolama vs. alanlarında devrimsel gelişmeler sağlayabilecek olan ve sadece karbon atomu içeren Gelecek için çok umut veren bir maddedir. Fakat grafenin üretilmesinde çok yüksek maliyet ve toksik kimyasallar kullanılması gibi problemler vardı. Yeni geliştirilen teknoloji sayesinde Okaliptüs ağacı kabuğu özü kullanarak bu maliyet 1 gramından 100 dolardan 1 gramında 0.5 dolara kadar düşürüldü hem de bu şekilde çok daha çevreci bir yol izlenebildiği belirtildi.


    Kaynak : https://www.donanimhaber.com/O…kadar-dusurebilir--111996


    Aşağıdaki videoda grafen ile ilgili ve faydaları hakkında detaylı bilgiler anlatılmakta.

  • Grafen= boşa koşmak, bilimadamları çok daha iyisini ortaya koydu, nanotüpler.. Her ne kadar grafenoksidin indirgenerek monolayer hale getirilmesini kolaylaştırıp maliyeti düşürselerde grafen beklenilen özelliklerin çok uzağında kalmıştır, özellikle güneş pilleri konusunda kesinlikle geride kaldığını söyleyebilirim.

    VATAN NE TÜRKİYE’DİR TÜRKLERE NE TÜRKİSTAN VATAN BÜYÜK VE MÜEBBET BİR ÜLKEDİR TÜRKLERE TURAN


  • Elon Musk, 'Akıl Okuma Şirketi' Neuralink Hakkında Tüm Detayları Açıkladı


    Elon Musk’ın şirketlerinden olan ve ne yaptığını gizli tutan Neuralink, engelli insanların bilgisayar ve telefon kullanabilmesi için geliştirdiği yeni teknolojisini ilk kez açıkladı.

    Elon Musk’ın Neuralink adlı şirketi, insan-makine arayüzleri üzerinde çalışıyor. Firmanın bugüne kadar gizli tutulan projesi ilk defa gün yüzüne çıktı. Neuralink’in nihai amacı ise felçli kişilerin bilgisayar ve telefonları kontrol edebilmesini sağlamak.

    Bu amaçla atılan ilk önemli adım ise esnek “izlekler (thread'ler)” oldu. Beyine şu anda kullanılan beyin-makine arayüzlerinden daha az zarar vermesi beklenen sistem, yüksek veri transferini de mümkün kılacak. Proje ile ilgili ortaya çıkan “Elon Musk & Neuralink” adlı bir makaleye göre sistem, 3072 elektrotun dağıldığı 96 izleğe kadar çıkabiliyor.


    elon musk


    İnsan saçından daha ince olacak olan bu yapılar, projenin yalnızca ilk parçası olarak göze çarpıyor. Neuralink’in diğer önemli adımı ise bu sistemin gömülü olduğu makine.

    Musk, firma ve yaptığı çalışmalar hakkında bir sunum gerçekleştirirken, bu sunumun amacının işe alım olduğunu söyledi. Firmanın başkanı Max Hodak, ilk başta bu fikre pek güvenmediğini ancak Musk’ın onu ikna ettiğini söyledi.


    Neuralink, gelecekte kafatasından geçen lazer ışınları kullanarak kafatasında delikler açılmasına duyulan ihtiyacı ortadan kaldırmayı planlıyor. İlk denemeler, Stanford Üniversitesi’nden nörobilimciler eşliğinde yapılacak. Musk, bu ürünün gelecek yıl sonunda insan hastalarda kullanılabilmesini umduklarını da belirtti.


    neuralink


    Musk, sunumun sonunda yapılan soru cevap bölümünde, artık bir maymunun da bilgisayar kullanabileceğini söyledi. Neuralink’in insanların zihnini kontrol etmeye başlamayacağını, nihai amacın yapay zeka ve insan beyni arasında bir simbiyot oluşturmak olduğunu söyleyen Musk, beyinden nöral dalgalanmaları okumayı amaçladıklarını belirtti.

    Bir implant ile bilgisayar kullanabilen ilk insan, 2006 yılında Matthew Nagle olmuştu. Nagle, ilk olarak Ping Pong oynamayı öğrenmişti.


    Hodak, Neuralink’in birden ortaya çıkan bir firma olmadığını, yıllardır bu alanda akademik çalışmalar yapıldığını söyledi. Yine de var olan çalışmalar, Neuralink’in teknolojisi kadar ileri seviyede değil. Esnek kablolara sahip yeni teknolojiyi beyine uygulamak için özel bir robot da geliştirildi.


    akıl okuma

    Neuralink, daha iyi okuma, sinyalleri temizleme ve güçlendirme yapabilen bir çip geliştirdiğini de duyurdu. Sistem şimdilik yalnızca kablo bağlantısı ile çalışıyor. Firma şu anda fareler üzerinde çalışmaya devam ediyor.

    Sistem çalışmasında genel olarak esnek ipliklere benzeyen bu izlekler, beyin aktivitelerini algılayıp kaydediyor. Beyin-makine iletişiminde bant genişliğini arttırmayı amaçlayan bu yapının gelecekte daha temiz ve gelişmiş iletişim sağlaması bekleniyor.


    Kaynak: https://www.webtekno.com/elon-…eti-neuralink-h72539.html



    Küresel Isınmayı Sıfırlamanın Formülü: ABD Kadar Alanı Ağaçlandırmak


    Ağaçlar, havadaki karbondioksiti emerek iklim değişikliği ile mücadeledeki çabaların en büyük bölümünü oluşturuyor. Geçtiğimiz gün yayınlanan yeni bir çalışma, gezegenimizin ağaç taşıma kapasitesini hesaplayarak iklim değişikliğinin etkilerini azaltma çabalarında ağaçlandırmanın ne kadar önemli rol oynayabileceğini gösteriyor.

    Şu anda dünyada 17 milyon kilometrekarelik bir orman örtüsü olduğu tahmin ediliyor. Araştırmacılar, yaklaşık ABD büyüklüğünde bir toprak parçası olan 5,6 milyon metrekarelik bir alanı ağaçlandırmamız durumunda atmosferdeki karbon salınımıyla mücadelede başarılı olacağımızı söylüyorlar ancak iklim değişikliği, dünyanın bazı bölgelerinde, özellikle de tropik bölgelerde, yeni ağaçların yaşamını zorlaştırıyor.



    Ağaçlar dünyanın hemen hemen her yerinde olmasına rağmen gezegenimizin ne kadar bir bölümünün ağaçlık alan olduğunu hesaplamak oldukça zor. Gıda ve Tarım Örgütü, ormanlık alanları %10’dan fazla ağaç örtüsüne sahip herhangi bir alan olarak tanımlıyor. Bu ağaç örtüsünü görmenin en iyi yolu ise uydudan gözlem yapmak.


    f3827f9a2d6ed419507e86af91c4d5c515fcb616.jpeg


    Araştırmacılar, açık erişim yazılımlarını kullanarak gezegenimizin ormanlık alanları hakkında veriler elde etmeye başladılar ve 78.774 adet ormanlık alan uydu görüntüsü çektiler. Şehir parkları, çiftlikler ve orman gibi gözüken ancak gerçekte bulunmayan diğer arazi kullanımlarını bu araştırmaya dâhil etmeyen araştırmacılar, insan faaliyetinin sınırlı olduğu yerlere baktılar.

    Tüm bu verilerin yanı sıra, mevcut ağaç örtüsünü ve ağaç örtüsünün genişletebileceği alanları tahmin etmek için bir model geliştiren araştırmacılar, ağaç örtüsünün genişleyebileceği alanların Rusya, Kanada, ABD ve Avustralya’ya eşdeğer bir alan kapladığını buldular. Bu alanlar, dünyadaki kara parçalarının neredeyse üçte biri.

    Çalışmaya göre 12 milyon kilometrekarelik bir arazi daha fazla ormanı barındırabilmeye müsait olsa bile ağaçların ve yerleşim alanlarının o araziye ihtiyacı olduğu düşünüldüğünde, arazinin sadece 3,5 milyon kilometrekaresi orman habitatı için elverişli hâle geliyor. Yeniden ağaçlandırma çalışmaları için ilk dört yer ise Rusya, ABD, Kanada ve Avustralya. Bu dört ülkeyi ise Brezilya ve Çin takip ediyor. Bu altı ülkenin toplam yeniden ağaçlandırma alanı ise dünyanın %50’sini içeriyor.



    Ormanlar olgunlaştıkça yaklaşık olarak 205 gigatonluk fazladan karbon depolar. Karşılaştırma yapmak gerekirse dünyada geçen yıl 37,1 gigaton karbondioksit salınımı yapıldı. Yeniden ağaçlandırma kapsamında doldurulan ormanlar, yeni emisyonları ve atmosfere verdiğimiz karbon kirliliğini absorbe etme açısından bize büyük bir fırsat olacak.

    Jean-François Bastin, “Ağaçları destekleyebilecek ekosistem restorasyonu, iklim değişikliği ile mücadelede temel silahımızdır. Mevcut potansiyel alanları restore ederek atmosferde tutulan karbon miktarının yaklaşık dörtte birini depolayabiliriz” dedi.


    391721f7216c54701f0c43645676a9ed34d5adb0.jpeg


    Araştırmacılar, bu alanların gerçekte ağaçlar için ne kadar yaşanabilir olduğunu görmek için birinci senaryoda emisyonların hızla yükseldiği diğer senaryoda ise bu yüzyılın ortalarında zirve yaptığı iki model geliştirdiler. Kuzeydeki ormanlar normal seyrinde giderken küresel ısınma yüzünden tropik bölgelerde ağaç örtüsünün azalması muhtemel görünüyor. Amazon bölgesi, kuruması beklendiği için özellikle risk altında. Genel olarak dünyanın ağaç taşıma kapasitesi daha fazla olduğu takdirde karbon salınımı azalacak ve küresel iklim değişikliği ile mücadelede elimizi oldukça güçlendirecektir.


    Kaynak: https://www.webtekno.com/kures…agaclandirmak-h71874.html

  • Yıldırımın düşme zamanını ve yerini önceden bilen yapay zeka


    Yıldırımın ne zaman ve nerede düşeceğini, yüzde 80 oranında doğru tahmin eden yeni bir yapay zeka geliştirildi.

    Yıldırımın düşme zamanını ve yerini önceden bilen yapay zeka

    Bilim insanları, her ne kadar depremleri önceden tahmin edebilmek için yeni teknolojiler üzerinde çalışsa da yıldırımlar da zaman zaman yıkıcı ve ölümcül olabiliyor. Bu nedenle yıldırımların nereye ve ne zaman düşeceğini önceden bilmek, birçok kişinin hayatını kurtarabilir.

    İsviçre'nin EPFL araştırma enstitüsündeki Elektromanyetik Uyumluluk Laboratuvarı'nda çalışan bir ekip, yıldırım düşmesini önceden tahmin edebilen yeni bir yapay zeka sistemi geliştirdi.


    10 YIL BOYUNCA VERİ TOPLADI

    Yalnızca standart meteoroloji istasyonu verilerinden faydalanan bu yapay zeka, kentsel ve dağlık bölgelerdeki 12 hava istasyonundan; atmosferik basınç, hava sıcaklığı, bağıl nem ve rüzgar hızı.gibi verileri 10 yıl boyunca analiz etti. Sistem, bu analizlerin sonucunda, hangi hava koşullarında yıldırım düşebileceğini hesapladı.

    wpid-1409968796236.gif


    YERİ VE ZAMANI YÜZDE 80 DOĞRU TAHMİN EDİYOR

    10 yıl boyunca eğitilen yapay zeka, bir yıldırım düşme yerini ve zamanını yüzde 80 doğrulukla, 10 ile 30 dakika önceden tahmin edebiliyor. Uzmanlar, teknolojiyi geliştirdikçe bu süreyi daha da artırmak için çalışacaklarını açıkladı.

    Yıldırımın düşme zamanını ve yerini önceden bilen yapay zeka #2

    Araştırma ekibinden Amirhossein Mostajabi, ''Mevcut sistemler oldukça yavaş ve karmaşık. Ayrıca bu sistemler, radar ya da uydudan elde edilen oldukça pahalı dış veriye ihtiyaç duyuyor.

    Ancak bizim yöntemimiz, sadece herhangi bir hava istasyonundan elde edilen verileri kullanıyor. Bu durum, radar ve uydu iletişim ağlarının kullanılmadığı uzak bölgelere bile hizmet verebileceğimiz anlamına geliyor.'' ifadelerini kullandı.


    Kaynak: https://ensonhaber.com/yildiri…eden-bilen-yapay-zeka.amp


  • ABD'li Mühendis, Otonom Silahların İnsanlığa Bir Tehdit Olduğunu Açıkladı

    ABD Savunma Bakanlığı'na bağlı DARPA kurumundan bir mühendis, mühendislerin otonom silahlar üzerinde çalışmalarını durdurmaları gerektiğini söyledi. Ayrıca bunun nasıl başarılabileceğinin de yanıtını verdi.

    Günümüzde teknolojinin ne denli geliştiğini gözlemlediğimiz alanlardan en büyüklerinden birisi de askeri alandır. Artık üretilen otonom silahlar sayesinde savaş durumunda bir insana ihtiyaç duyulmaksızınbaşka bir insanın hayatı tehlikeye atılabiliyor.

    Bu durum da birçok insan gibi yetkililerin de endişelenmesine sebep oluyor. Amerika Birleşik Devletleri ordusu için yeni teknolojiler üretmekle sorumlu DARPA kurumundan bir mühendis de aynı endişeleri taşıyor. Christoffer Heckman isimli bilgisayar mühendisi, endişelerini dile getirmekten çekinmedi.

    otonom silah

    The Conversation’da bir makale yayınlayan Christoffer, bir insanın onayını almadan başka bir insanın canına kast eden bu robotların geliştirilmemesi gerektiğinisöyledi. Christoffer, bu robotlar üzerinde çalışan mühendislerin, otonom silahların yükselişini önlemek için çalışmalarına son vermesi gerektiğini belirtti.

    Christoffer, endişesinin kaynağını şu sözlerle anlatıyor:

    İyi yönde olan potansiyeli görmezden gelmek imkansız. Ancak yeni teknolojilerin, özellikle de kötü niyetli insanlar tarafından sömürülmesi durumunda ortaya çıkardığı risklerden endişeliyim. Yine de bugün bazı organizasyonlar ve görüşmelerle kötü yönde olan potansiyeli sınırlandırarak iyi yönde olanları öne çıkarabileceğimize inanıyorum.


    Nasıl bir önlem alınabilir?


    otonom silah

    Heckman, bu soruya da alternatif cevaplar sundu. Fakat sunduğu cevapların tümü bir birlik olmadığı sürece böyle bir şeyin mümkün olmayacağını gösteriyordu. Heckman’ın sunduğu çözümlerden bazı örnekleri verelim:

    Christoffer Heckman, sunduğu çözümlerden birinde katil robotların önüne geçmek için araştırmacılar ya da yetkililer arasında anlaşma yapılabileceğini söyledi. Fakat bu çözümün eksi bir yanı da vardı. Christoffer, böyle bir şeyin bilimin hızıyla ayak uyduramayacağını ya da mühendislerin yararlı sistemler geliştirmelerini engelleyebileceğini aktardı.


    Christoffer’a göre çözüme giden en başarılı yol, üniversite çapında çalışmaları değerlendirecek ve onaylayacak kurullardangeçiyor. Bu yolun ne kadar başarılı olup olmayacağı tartışılır, ancak DARPA’dan bir mühendisin bile böyle sözler söylemesi gelecek hakkında iç açıcı şeyleri göstermiyor.


    https://www.webtekno.com/darpa…i-birakilmali-h81164.html