Tarih-Tarih Genel Tartışma Konusu (Tarihle ilgili her şey)...

Meteorolojik Model Güncelleme Saatleri
06:30-08:15 (GFS Sabah)
09:00-10:00 (ECMWF Sabah)
12:30-14:15 (GFS Öğlen)
18:30-20:15 (GFS Akşam)
21:00-22:00 (ECMWF Akşam)
00:30-02:15 (GFS Gece)
  • Tarihle ilgili çoğu şey ya yanlış ya da hatalı biliniyor bence.Hatta yalan bile olabilir çoğu şey.Geçmiş çelişkilerle dolu.


  • Tarihle ilgili çoğu şey ya yanlış ya da hatalı biliniyor bence.Hatta yalan bile olabilir çoğu şey.Geçmiş çelişkilerle dolu.


    Dünya'nın en kirli bilimi tarafsızlık 0

  • Tarihte Bugün
    İskenderin Perslerle karşılaşması:Granikos Savaşı


    İskender ilk büyük seferine hazırlanırken şartlar Perslilerden yana görünüyordu. Pers ordusu devasa büyüklükteydi. Üstelik Makedonya devleti borçlu olarak bu maceraya atılırken Pers hazineleri ağzına kadar doluydu. Büyük İskender’in Asya seferine hazırladığı ordunun mevcudu, 5.500 kişilik süvari kuvveti ile 10.000’ini Makedonya ağır piyadesinin oluşturduğu 32.000 kişilik piyade kuvvetinden ibaretti. Pers ordusunun mevcudunu, çoğu İran menşeli 20.000 süvari ile yaklaşık 20.000 ücretli Yunan askerinden oluşuyordu. Pers hükümdarı Kserkses’in M.Ö. 480 de Yunanistan’a yaptığı saldırıdan sonra Pers ordusunda ücretli Yunan askerleri kullanılması geleneği başlamıştı.


    Pers ordusu süvari kuvvetleri bakımından oldukça iyi durumda sayılırdı. Ama büyük bir hata yapılmış, Pers hükümdarı III. Darius bu ordunun başına bir başkomutan atamamıştı. Komutanların kendi aralarında anlaşarak bir komutan seçmelerini istiyordu. İranlı komutanlar İskender’in piyade kuvvetlerinin daha kalabalık ve eğitimli olduğunu, bu nedenle onunla savaşa girmek yerine geri çekilerek hayvan yemlerini ve bütün gıda maddelerini hatta şehirleri bile yakmayı ve bu suretle Makedon kuvvetlerini kıtlığa düşürerek kolay bir zafer kazanılabileceğini söyleseler de gurura kapılan Darius bu öneriyi de kabul etmemişti. Darius orduyu kendisinin komuta etmemesinin, önerileri dikkate almamasının ve İskender’i küçük görerek az bir kuvvet yollamasının bedelini ağır ödeyecekti.


    Pers ve Makedonya orduları kaçınılmaz savaşa M.Ö 334 yılı ilkbaharında Granikos (Biga Çayı) kıyılarında tutuştular. Pers ordusu yanlış bir stratejiyle o dönemde 20 metre genişliğinde ve killi kıyıları oldukça dik olan çayın karşı kıyısındaki süvarilerini araziye geniş ve sıralı biçimde yaymıştı. Pers süvarilerinin Granikos kıyısında etkili bir şekilde savaşmaları beklemek ancak hayal olurdu. Oysa bu arazide çok daha iyi savaşabilecek olan ücretli Yunan askerleri sanki seyirciymiş gibi geriye alınmıştı.


    Büyük İskender düşmanın bu büyük stratejik hatasını anında görmüş, ordusuna ona göre savaş düzeni aldırtmıştı. Makedon ordusu başlarında Komutan Pholemaos olmak üzere süvariler ile derhal hücuma başladı. İskender, arkadan gelmekte olan ağır ve hafif piyade kuvvetlerinin desteği ile düşmanın merkezine girerek burayı yarmak düşüncesindeydi.


    Persler nehir yamacından aşağıya doğru mızrak ve ok atarak, bazıları da suyun içine girerek kaygan ve çamurlu suda yukarı çıkmak için oldukça efor harcayan Makedonya sağ kanadına büyük zayiat verdirmeyi başarmıştı. Fakat sağ kanattan merkeze doğru kayan Büyük İskender komutasındaki askerler de nehri geçerek saldırıya dahil olduğunda büyük bir boğuşma başladı. Kralı başındaki beyaz sorguçtan tanıyan Pers komutanları kıtaları bu tarafa kaydırmış, İskender’e ulaşmaya çalışıyorlardı. Pers Kralı Darius’un damadı Komutan Mithridates, seçkin bir süvari kıtası ile Büyük İskender’e ulaşmayı başardı, mızrağı ile onu omuzundan yaraladı. Fakat kendisi de bizzat İskender’in bizzat yüzüne sağladığı mızrak ile oracıkta can verdi. Ardından Pers prensinin kardeşi Bosaikos, İskender’in başına çaldığı kılıcı ile miğferini parçalamayı başardıysa da İskender düşmanının zırhını delerek mızrağını göğsüne saplamayı başardı.


    Bu sırada İskender’in miğfersiz kaldığını gören İyonya Satrapı Spitridates, İskender’e gizlice arkadan yaklaşmış, kılıcını İskender’in başına indirmek üzere idi. Büyük İskender ölümün soğuk nefesini hissederken Kara Kletios yetişerek kralını mutlak bir ölümden kurtardı. Kılıcı ile önce Spitridates’in havaya kalkan kolunu uçurdu, ikinci bir kılıç darbesi ile de cansız yere serdi.


    Kısa süre sonra Pers ordusunun merkezi yarıldı, Pers süvarisi geri çekilmek zorunda kaldı. Ne var ki Pers piyadesine süvari birliklerinin geri çekilmesi durumunda ne yapacakları açık olarak bildirilmemişti. Düşman süvarilerini takip etmeye gerek görmeyen Büyük İskender bütün gücünü düşman piyadesinin üzerine sürerek onları kuşattı. Çoğu öldürüldü, 2000 kadarı da tutsak edildi. Tutsak edilenler zincire vurularak, toprak işlerinde çalıştırılmak üzere Makedonya’ya gönderildiler. Pers karargahındaki para ve kıymetli eşyalar müttefikler arasında paylaşıldı.


    Pers ordusunu umduğundan daha kolay yenmiş olan İskender’e artık Küçük Asya kapıları açılmış oluyordu. Zira Granikos Savaşı’nda satrap ve komutanların çoğu öldürülmüş, Pers ordusunun önemli kısımları yok edilmişti. İçerlerdeki kentlerde Büyük İskender’in ordusuna karşı koyacak ciddi bir kuvvet kalmamıştı. Büyük İskender kısa sürede Miletos, Halikarnassos gibi birçok kenti egemenliği altına altı. MÖ 333 ilkbaharında Perge’ye ulaştı ve Frigya’dan geçerken Gordion Düğümü efsanesini sona erdirdi. Torosları aşıp, Misis Köprüsü’nden geçerek Miryandros (bugün İskenderun yakınında) yakınlarında kamp kurduğunda, Deliçay civarında savaş düzeni almış olan Pers hükümdarı Darius ile yeniden kozlarını paylaşmaya artık hazırdı.
    (alıntıdır)

    Einmal editiert, zuletzt von Karsever18 ()

  • Tarihte Bugün Dandanakan Muharebesi(1040)
    Selçuklu Devleti'nin Gazne Devletini yendiği ve Gazne Devleti'nin çözülmesine yol açan muharebedir. Bu muharebeden sonra Gazne Devleti yıkılış dönemine girmiş, Selçuklu Devleti resmen kurulmuştur.
    Gelişimi:
    Tuğrul ve Çağrı Bey'lerin gittikçe büyüyen Türkmen kuvvetleri Gazne şehirlerini yağmalamaya başlamıştı. Gazne hükümdarı Sultan Mesud Selçuklu tehlikesine son vermek için Nişabur üzerine yürüdü ve 16 Ocak 1040'ta şehre girdi. Ancak, aşırı tahribata uğramış Nişabur'da yiyecek sıkıntısı çekilmesi üzerine çevre vilayetlerden erzak getirten Mesut, Selçuklu topraklarında ilerlemeye başladı. Yine de erzak bulamayan Mesut, Merv şehrine yürümeye karar verdi. Gazne ordusu yürüyüş sırasında Selçuklu'nun vur-kaçları ile yıpranmış, su ve yiyecek kaynakları da Selçuklu askerleri tarafından kesilmişti. 22 Mayıs 1040'ta Gazne ordusundan Selçukluların tarafına geçen Türkmen atlılarıyla bir çatışma yaşansa da, Gazneli Mesut'un ordusu savaş düzenini aldı.
    24 Mayıs 1040'ta, Merv ve Serah arasındaki Dandanakan'da iki ordu çatışmaya başladı. Gazne ordusu Dandanakan Kalesi'ne yürürken Selçuklu ordusu hücuma geçti. Gazneli ordusu bu hücuma rağmen öğleye doğru kaleye ulaşabildi. Mesut, kalede konaklama teklifini kabul etmeyerek ordusunun su sıkıntısını giderebilmek için 5 fersah ilerideki vahaya gidilmesini emretti. Bu sırada 375 saray gulamı, Gazne ordusundan ayrılarak Selçukluların tarafına geçtiler ve daha önce kaçmış olanlarla birleştiler. Onlar daha sonra şiddetle hücuma geçtiler ve yorgun ve moralsiz olan Gazne ordusunu dağıttılar.
    Sonuç:
    Üç gün süren muharebe Selçukluların büyük galibiyeti ile sona ererken, Sultan Mesut 100 süvarisi ile Gürcistan tarafına kaçarak canını zor kurtardı ve 21 Haziran 1040 tarihinde Gazne'ye geldi. Bu muharebe Selçuklular'ın bölgede hakimiyetinin başlangıcı ve Büyük Selçuklu Devleti'nin kuruluşu olarak kabul edilir.
    (Vikipedi'den Alıntıdır)

    Einmal editiert, zuletzt von Karsever18 ()


  • Yalan kardeşim yalan, 2.Murat eli kanlı katilleri anmaz.


    Hülagü Han ın dedesi Cengizhan hakkında şunu söyliyim:- Türklerle Moğollar iki kardeş millettir. Altay grubu denen akraba milletlerin en mühim iki tanesidir. Türkçe ve Moğolca eskiden tek dil olup ancak Hunlar çağında iki ayrı dil haline gelmiştir. “Hun – Türk münasebetleri” adlı tebliğ ile bunu iddia ve ispat eden Türk, Moğol ve Çin dilleri bilgini Von Gabain olmuştur. (İkinci Türk Tarih Kongresi, s. 895- 911, İstanbul, Kenan Matbaası).
    [font=Verdana, sans-serif]2- Moğol kelimesini tarihe tanıtan Çengiz Han olmuştur. Kendisinden önce Moğollara (yani Moğolca konuşan boy ve uruklara) ne dendiği kesinlikle belli değildir. Sekizinci yüzyıla ait Orkun yazıtlarında görülen “Otuz Tatar” ve “Dokuz Tatar” adlı birliklerin Moğol olduğu ileri sürülmüşse de bu, bir faraziyeden ibaret kalmıştır: Çünkü bugün Moğolistan denilen eski Gök Türk ülkesinin ancak onuncu yüzyıldan başlayarak Moğollarla dolduğu ortaya konduktan sonra Sekizinci Yüzyılın Otuz Tatar ve Dokuz Tatarların da Türk olduğu kendiliğinden belli olmuştur. Gök Türkler çağında adı geçen “budun” lardan Moğol olduğu kesinlikle bilinen ancak Kıtaylardır ki daha sonraki zamanlarda da tarihe Moğol olarak geçmişlerdir.[/font]
    [font=Verdana, sans-serif]3- Fakat Çengiz’in “Moğol” topluluğu etnik değil, tıpkı “Osmanlı” tabiri gibi siyasi bir isimdir ve aralarında Türkçe konuşan veya Türk olan boylar ve uruklar da vardır.[/font]
    [font=Verdana, sans-serif]<br />4- Eserini On Birinci Yüzyılda yazan Kaşgarlı Mahmud, Tatarları, ayrı lehçeleri olan bir Türk kavmi olarak göstermiştir.[/font]
    [font=Verdana, sans-serif]5- On Üçüncü Yüzyılda Büyük Çengiz İmparatorluğunu gezen Marko Polo, “Tatar” kelimesini Türklerle Moğolların ikisini birden kapsayan bir deyim olarak kullanmıştır.[/font]
    [font=Verdana, sans-serif]6- Türkler”in kendileri de “Tatar”ı Türkler”in bir parçası ve belki de Doğu Türkçesiyle konuşan Türkler olarak saymışlardır. Âşıkpaşaoğlu, tanınmış tarihinde Süleymanşahla birlikte Anadoluya gelen Türkleri “elli bin miktarı göçer Türkmen ve Tatar evi” olarak kaydeder.[/font]
    [font=Verdana, sans-serif]7- Osmanlı padişahlarından II. Murad zamanında, hicri 843 de yazılıp yayınlanan bir tarihi takvimde Çengiz, Ögedey, Güyük, Mengü, Hülegü, Abaka, Keyhatu gibi Müslüman olmayan Çengizli kaanlar rahmetle anılmıştır. (Osmanlı Tarihine ait Tarihi Takvimler, s. 92-94, İstanbul 1961, Küçük aydın Basımevi).[/font]
    Yani On Beşinci Yüzyıl ortalarına kadar Türkiye de aydınlar arasında bir Tatar düşmanlığı, Müslüman olmayan Türke düşmanlık diye bir şey yoktu. Bu müsamahakârlık Doğu Türklerini veya Tatarları yabancı saymaktan, Çengiz Hanedanını milli bir hanedan saymaktan ileri geliyordu. Umumi bir müsamaha olsaydı aynı hoşgörürlük Bizanslılara, Ermeniler ve Gürcülere, Batılılara karşı da gösterilirdi.
    [font=Verdana, sans-serif]8- Türklerle Moğollar aynı kökten gelen iki kardeş millet olmakla beraber Çengiz Han, Moğol değil, Türktü. Çengizin Türklüğü tarihi geleneklerin dışında tarafsız çağdaş Çinlilerin tanıklığı ile de sabittir. Profesör Zeki Velidi Togan, 1941 de yayınladığı “Moğollar, Çengiz ve Türklük” adlı küçük eserinde, (s. 18) ve 1946”da yayınladığı “Umumî Türk Tarihine Giriş” adlı büyük ve değerli eserinde (s. 66)[/font]
    Çengiz Kaan’ı 1221 de ziyaret eden Çao-hong adlı bir Çin elçisinin verdiği bilgiyi nakletmiştir. Bu elçi, Çengiz’in eski Şato Türklerinden indiğini gayet açık olarak belirtmiştir. Şatolar ise, bilindiği üzere eski Gök Türklerden inen büyük bir uruktur. Çengizin tipi hakkındaki tarihi bilgiler de (uzun boy, kumral saç, beyaz ten, yeşil göz) eski Gök Türk kağanlarınınkine uymaktadır. Çengizin aile adı olan “Börçegin”, “Börü Tegin”in Moğolca söylenişinden ibaret olduğu gibi “Çengiz” kelimesi de “Tengiz” yani “Deniz” kelimesinin Moğolca söylenişinden başka bir şey değildir. Türkçede “t” ile başlayan kelimelerin Moğolca”da “ç” ile başladığını Altay dilleri uzmanları söylemektedir.Çengizin ailesi hiç şüphesiz eski Türk devlet geleneğine uygun olarak çok eski zamandan beri Moğollardan bir kısmı üzerinde (belki de Moğollaşmış Türkler üzerinde) beğlik eden bir Eçine Hanedanı kolu idi. Bu hanedanda Türk geleneklerinin devam etmekte olduğu Çengizin oğullarından Çağatay ve Ögedey’in adlarından gözükmektedir. “Çağa” ve “Öge” bilindiği üzere, Türkçe kelimelerdir.
    [font=Verdana, sans-serif]9- Aksak Temir Bek’in bir Barlas gibi olması ve Barlasların Moğol uruğu sayılmasında Temir’in Türklüğüne engel değildir. Temir’in ailesi de Çengiz ailesinin bir kolu olup Barlas uruğu üzerinde beğlik etmiştir. Ruslar tarafından Temir’in mezarını açmak suretiyle yapılan incelemeler onun da uzun boylu ve beyaz tenli olduğunu ortaya koymuştur ki eski Arap ve Fars edebiyatlarındaki Türk tavsifine tamamen uygundur. Üstelik Temir’in anadili de Türkçedir.[/font]


  • Yalan kardeşim yalan, 2.Murat eli kanlı katilleri anmaz.


    Hülagü Han ın dedesi Cengizhan hakkında şunu söyliyim:- Türklerle Moğollar iki kardeş millettir. Altay grubu denen akraba milletlerin en mühim iki tanesidir. Türkçe ve Moğolca eskiden tek dil olup ancak Hunlar çağında iki ayrı dil haline gelmiştir. “Hun – Türk münasebetleri” adlı tebliğ ile bunu iddia ve ispat eden Türk, Moğol ve Çin dilleri bilgini Von Gabain olmuştur. (İkinci Türk Tarih Kongresi, s. 895- 911, İstanbul, Kenan Matbaası).
    [font=Verdana, sans-serif]2- Moğol kelimesini tarihe tanıtan Çengiz Han olmuştur. Kendisinden önce Moğollara (yani Moğolca konuşan boy ve uruklara) ne dendiği kesinlikle belli değildir. Sekizinci yüzyıla ait Orkun yazıtlarında görülen “Otuz Tatar” ve “Dokuz Tatar” adlı birliklerin Moğol olduğu ileri sürülmüşse de bu, bir faraziyeden ibaret kalmıştır: Çünkü bugün Moğolistan denilen eski Gök Türk ülkesinin ancak onuncu yüzyıldan başlayarak Moğollarla dolduğu ortaya konduktan sonra Sekizinci Yüzyılın Otuz Tatar ve Dokuz Tatarların da Türk olduğu kendiliğinden belli olmuştur. Gök Türkler çağında adı geçen “budun” lardan Moğol olduğu kesinlikle bilinen ancak Kıtaylardır ki daha sonraki zamanlarda da tarihe Moğol olarak geçmişlerdir.[/font]
    [font=Verdana, sans-serif]3- Fakat Çengiz’in “Moğol” topluluğu etnik değil, tıpkı “Osmanlı” tabiri gibi siyasi bir isimdir ve aralarında Türkçe konuşan veya Türk olan boylar ve uruklar da vardır.[/font]
    [font=Verdana, sans-serif]&lt;br /&gt;4- Eserini On Birinci Yüzyılda yazan Kaşgarlı Mahmud, Tatarları, ayrı lehçeleri olan bir Türk kavmi olarak göstermiştir.[/font]
    [font=Verdana, sans-serif]5- On Üçüncü Yüzyılda Büyük Çengiz İmparatorluğunu gezen Marko Polo, “Tatar” kelimesini Türklerle Moğolların ikisini birden kapsayan bir deyim olarak kullanmıştır.[/font]
    [font=Verdana, sans-serif]6- Türkler”in kendileri de “Tatar”ı Türkler”in bir parçası ve belki de Doğu Türkçesiyle konuşan Türkler olarak saymışlardır. Âşıkpaşaoğlu, tanınmış tarihinde Süleymanşahla birlikte Anadoluya gelen Türkleri “elli bin miktarı göçer Türkmen ve Tatar evi” olarak kaydeder.[/font]
    [font=Verdana, sans-serif]7- Osmanlı padişahlarından II. Murad zamanında, hicri 843 de yazılıp yayınlanan bir tarihi takvimde Çengiz, Ögedey, Güyük, Mengü, Hülegü, Abaka, Keyhatu gibi Müslüman olmayan Çengizli kaanlar rahmetle anılmıştır. (Osmanlı Tarihine ait Tarihi Takvimler, s. 92-94, İstanbul 1961, Küçük aydın Basımevi).[/font]
    Yani On Beşinci Yüzyıl ortalarına kadar Türkiye de aydınlar arasında bir Tatar düşmanlığı, Müslüman olmayan Türke düşmanlık diye bir şey yoktu. Bu müsamahakârlık Doğu Türklerini veya Tatarları yabancı saymaktan, Çengiz Hanedanını milli bir hanedan saymaktan ileri geliyordu. Umumi bir müsamaha olsaydı aynı hoşgörürlük Bizanslılara, Ermeniler ve Gürcülere, Batılılara karşı da gösterilirdi.
    [font=Verdana, sans-serif]8- Türklerle Moğollar aynı kökten gelen iki kardeş millet olmakla beraber Çengiz Han, Moğol değil, Türktü. Çengizin Türklüğü tarihi geleneklerin dışında tarafsız çağdaş Çinlilerin tanıklığı ile de sabittir. Profesör Zeki Velidi Togan, 1941 de yayınladığı “Moğollar, Çengiz ve Türklük” adlı küçük eserinde, (s. 18) ve 1946”da yayınladığı “Umumî Türk Tarihine Giriş” adlı büyük ve değerli eserinde (s. 66)[/font]
    Çengiz Kaan’ı 1221 de ziyaret eden Çao-hong adlı bir Çin elçisinin verdiği bilgiyi nakletmiştir. Bu elçi, Çengiz’in eski Şato Türklerinden indiğini gayet açık olarak belirtmiştir. Şatolar ise, bilindiği üzere eski Gök Türklerden inen büyük bir uruktur. Çengizin tipi hakkındaki tarihi bilgiler de (uzun boy, kumral saç, beyaz ten, yeşil göz) eski Gök Türk kağanlarınınkine uymaktadır. Çengizin aile adı olan “Börçegin”, “Börü Tegin”in Moğolca söylenişinden ibaret olduğu gibi “Çengiz” kelimesi de “Tengiz” yani “Deniz” kelimesinin Moğolca söylenişinden başka bir şey değildir. Türkçede “t” ile başlayan kelimelerin Moğolca”da “ç” ile başladığını Altay dilleri uzmanları söylemektedir.Çengizin ailesi hiç şüphesiz eski Türk devlet geleneğine uygun olarak çok eski zamandan beri Moğollardan bir kısmı üzerinde (belki de Moğollaşmış Türkler üzerinde) beğlik eden bir Eçine Hanedanı kolu idi. Bu hanedanda Türk geleneklerinin devam etmekte olduğu Çengizin oğullarından Çağatay ve Ögedey’in adlarından gözükmektedir. “Çağa” ve “Öge” bilindiği üzere, Türkçe kelimelerdir.
    [font=Verdana, sans-serif]9- Aksak Temir Bek’in bir Barlas gibi olması ve Barlasların Moğol uruğu sayılmasında Temir’in Türklüğüne engel değildir. Temir’in ailesi de Çengiz ailesinin bir kolu olup Barlas uruğu üzerinde beğlik etmiştir. Ruslar tarafından Temir’in mezarını açmak suretiyle yapılan incelemeler onun da uzun boylu ve beyaz tenli olduğunu ortaya koymuştur ki eski Arap ve Fars edebiyatlarındaki Türk tavsifine tamamen uygundur. Üstelik Temir’in anadili de Türkçedir.[/font]
    (BİLİNMEYEN TÜRK TARİHİ SAYFASINDAN ALINTIDIR)


  • Yalan kardeşim yalan, 2.Murat eli kanlı katilleri anmaz.


    Hülagü Han ın dedesi Cengizhan hakkında şunu söyliyim:1
    1- Türklerle Moğollar iki kardeş millettir. Altay grubu denen akraba milletlerin en mühim iki tanesidir. Türkçe ve Moğolca eskiden tek dil olup ancak Hunlar çağında iki ayrı dil haline gelmiştir. “Hun – Türk münasebetleri” adlı tebliğ ile bunu iddia ve ispat eden Türk, Moğol ve Çin dilleri bilgini Von Gabain olmuştur. (İkinci Türk Tarih Kongresi, s. 895- 911, İstanbul, Kenan Matbaası).
    [font=Verdana, sans-serif]2- Moğol kelimesini tarihe tanıtan Çengiz Han olmuştur. Kendisinden önce Moğollara (yani Moğolca konuşan boy ve uruklara) ne dendiği kesinlikle belli değildir. Sekizinci yüzyıla ait Orkun yazıtlarında görülen “Otuz Tatar” ve “Dokuz Tatar” adlı birliklerin Moğol olduğu ileri sürülmüşse de bu, bir faraziyeden ibaret kalmıştır: Çünkü bugün Moğolistan denilen eski Gök Türk ülkesinin ancak onuncu yüzyıldan başlayarak Moğollarla dolduğu ortaya konduktan sonra Sekizinci Yüzyılın Otuz Tatar ve Dokuz Tatarların da Türk olduğu kendiliğinden belli olmuştur. Gök Türkler çağında adı geçen “budun” lardan Moğol olduğu kesinlikle bilinen ancak Kıtaylardır ki daha sonraki zamanlarda da tarihe Moğol olarak geçmişlerdir.[/font]
    [font=Verdana, sans-serif]3- Fakat Çengiz’in “Moğol” topluluğu etnik değil, tıpkı “Osmanlı” tabiri gibi siyasi bir isimdir ve aralarında Türkçe konuşan veya Türk olan boylar ve uruklar da vardır.[/font]
    [font=Verdana, sans-serif]&amp;lt;br /&amp;gt;4- Eserini On Birinci Yüzyılda yazan Kaşgarlı Mahmud, Tatarları, ayrı lehçeleri olan bir Türk kavmi olarak göstermiştir.[/font]
    [font=Verdana, sans-serif]5- On Üçüncü Yüzyılda Büyük Çengiz İmparatorluğunu gezen Marko Polo, “Tatar” kelimesini Türklerle Moğolların ikisini birden kapsayan bir deyim olarak kullanmıştır.[/font]
    [font=Verdana, sans-serif]6- Türkler”in kendileri de “Tatar”ı Türkler”in bir parçası ve belki de Doğu Türkçesiyle konuşan Türkler olarak saymışlardır. Âşıkpaşaoğlu, tanınmış tarihinde Süleymanşahla birlikte Anadoluya gelen Türkleri “elli bin miktarı göçer Türkmen ve Tatar evi” olarak kaydeder.[/font]
    [font=Verdana, sans-serif]7- Osmanlı padişahlarından II. Murad zamanında, hicri 843 de yazılıp yayınlanan bir tarihi takvimde Çengiz, Ögedey, Güyük, Mengü, Hülegü, Abaka, Keyhatu gibi Müslüman olmayan Çengizli kaanlar rahmetle anılmıştır. (Osmanlı Tarihine ait Tarihi Takvimler, s. 92-94, İstanbul 1961, Küçük aydın Basımevi).[/font]
    Yani On Beşinci Yüzyıl ortalarına kadar Türkiye de aydınlar arasında bir Tatar düşmanlığı, Müslüman olmayan Türke düşmanlık diye bir şey yoktu. Bu müsamahakârlık Doğu Türklerini veya Tatarları yabancı saymaktan, Çengiz Hanedanını milli bir hanedan saymaktan ileri geliyordu. Umumi bir müsamaha olsaydı aynı hoşgörürlük Bizanslılara, Ermeniler ve Gürcülere, Batılılara karşı da gösterilirdi.
    [font=Verdana, sans-serif]8- Türklerle Moğollar aynı kökten gelen iki kardeş millet olmakla beraber Çengiz Han, Moğol değil, Türktü. Çengizin Türklüğü tarihi geleneklerin dışında tarafsız çağdaş Çinlilerin tanıklığı ile de sabittir. Profesör Zeki Velidi Togan, 1941 de yayınladığı “Moğollar, Çengiz ve Türklük” adlı küçük eserinde, (s. 18) ve 1946”da yayınladığı “Umumî Türk Tarihine Giriş” adlı büyük ve değerli eserinde (s. 66)[/font]
    Çengiz Kaan’ı 1221 de ziyaret eden Çao-hong adlı bir Çin elçisinin verdiği bilgiyi nakletmiştir. Bu elçi, Çengiz’in eski Şato Türklerinden indiğini gayet açık olarak belirtmiştir. Şatolar ise, bilindiği üzere eski Gök Türklerden inen büyük bir uruktur. Çengizin tipi hakkındaki tarihi bilgiler de (uzun boy, kumral saç, beyaz ten, yeşil göz) eski Gök Türk kağanlarınınkine uymaktadır. Çengizin aile adı olan “Börçegin”, “Börü Tegin”in Moğolca söylenişinden ibaret olduğu gibi “Çengiz” kelimesi de “Tengiz” yani “Deniz” kelimesinin Moğolca söylenişinden başka bir şey değildir. Türkçede “t” ile başlayan kelimelerin Moğolca”da “ç” ile başladığını Altay dilleri uzmanları söylemektedir.Çengizin ailesi hiç şüphesiz eski Türk devlet geleneğine uygun olarak çok eski zamandan beri Moğollardan bir kısmı üzerinde (belki de Moğollaşmış Türkler üzerinde) beğlik eden bir Eçine Hanedanı kolu idi. Bu hanedanda Türk geleneklerinin devam etmekte olduğu Çengizin oğullarından Çağatay ve Ögedey’in adlarından gözükmektedir. “Çağa” ve “Öge” bilindiği üzere, Türkçe kelimelerdir.
    [font=Verdana, sans-serif]9- Aksak Temir Bek’in bir Barlas gibi olması ve Barlasların Moğol uruğu sayılmasında Temir’in Türklüğüne engel değildir. Temir’in ailesi de Çengiz ailesinin bir kolu olup Barlas uruğu üzerinde beğlik etmiştir. Ruslar tarafından Temir’in mezarını açmak suretiyle yapılan incelemeler onun da uzun boylu ve beyaz tenli olduğunu ortaya koymuştur ki eski Arap ve Fars edebiyatlarındaki Türk tavsifine tamamen uygundur. Üstelik Temir’in anadili de Türkçedir.[/font]
    (BİLİNMEYEN TÜRK TARİHİ SAYFASINDAN ALINTIDIR)

  • Halife Mutasım iyi bir halifeydi, hayırsever biriydi, bazılarının dediği gibi değildi. 9 yıllık hükümdarlığında devlette karışıklıklar çıkmıştı ve halife devleti herşeye rağmen ayakta tuttu. Vefatından sonra Abbasi devleti bölünmeye başladı.