Çanakkale deniz zaferimiz kutlu,şehitlerimizin ruhları şad olsun
Şehitliği gezip görmek isteyen olursa rehber bulma konusunda elimden geldiğince yardımcı olurum
@4 Şubat hocamızında dediği gibi 1-2 saatlik gezme ile olacak iş değil.Babamda zamanında rehberlik yaptı,küçükken çok defa yanında gezdim Sabah 8 de tur başlar akşamüstü 6 da biter.Aslında 1 günede sığmaz anlat anlatda bitmez...
Sizlere bir gazimizin anılarını aktarmak istiyorum
ÇANAKKALE GAZİSİ HALİL HELVACI
Baba Adı : Hüseyin
Ana Adı : Hafize
Doğum Tarihi : Geyikli 01.07.1893
Ölüm Tarihi : 25.01.1981
SAVAŞ ÖNCESİ: DOĞUM, AİLE, YAŞAM:
Halil HELVACI, 1893 tarihinde Geyikli’de dünyaya geldi. Dedesi Ahmet, Bozcaada’da helvacılık yaparken, Darıköy’e, oradan da Geyikli’ye göç etmişti. Babası, İlmanlar sülalesine içgüveyi olarak verilen, 1869 doğumlu Hüseyin ve Annesi 1875 doğumlu Hafize’nin birinci çocuğuydu.
Ailenin,1900 yılında Ahmet ve 1904 yılında da Fatma (Münire) adını verdikleri 2 çocukları daha oldu. Tarım ve hayvancılık ile geçinen ailenin yükü, dirayetli bir Osmanlı kadını olan Hafize ninenin omuzlarındaydı. Hafize Nine, çok sevdiği oğlu Halil’i evlendirip, mürüvvetini görmek istiyordu. Amacına da ulaştı. Halil, 1912 yılında Geyikli’nin varlıklı ailelerinden, Sarı Mehmet’in kızı, Şerife ile evlendi. Torun Hayriye (Mihriban-Merban), 1913 yılında Hafize ninenin kucağındaydı. Mutlu günler çabucak geçti, Halil askere alınmıştı. Çok sevdiği oğlunun askere alınması Hafize nineyi çok üzmüştü. Yemedi, içmedi, 100 Osmanlı altını bedel ödeyip oğlunu geri getirtti. 1914 yılında Halil tekrar askere alındı, bu defa eşi Şerife takılarını bozdurup bedeli yatırdı ve eşi 1-2 günlüğüne de olsa geldi ve gitti. Seferberlik ilan edilmiş, bedelin geçerliliği kalmamıştı.
Ailenin kadınları çaresiz boyun eğdiler, vatan elden gidiyorsa gerisi teferruattı.
ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE ASKERLİK:
Edirne’de askerlik yapan Hüseyin oğlu Halil Çanakkale’ye sevk edildi. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün 27. Alayında görev yaptı, Seddülbahir ve Arıburnu’nda 3 yıl boyunca savaştı.
HALİL HELVACI ANLATIYOR:
1.ÖYKÜ: KANLI DERE
Gündüzleri hava kararıncaya kadar savaşıyoruz, fırsat buldukça ateş ediyoruz, atılan top mermileri nedeniyle adeta siperlere çakılmış gibiyiz, ama geceleri sakin, çoğu zaman hiç ateş edilmeden sabah oluyor. Yine sakin bir akşam yine siperlerdeyim. Birden susadığımı hissettim matarama uzandım boştu suyum bitmişti. On metre yanımdaki aynı siperde görev yaptığımız arkadaşım Efe Mehmet’e seslendim.
--- Hey! Efe suyun var mı.?
--- Yok valla Halil Onbaşım biraz önce hepsini bitirdim.
Sağa sola bakınarak yutkundum öyle de susamıştım ki.
Efe Mehmet devam etti.
--- Onbaşım, onbaşım.
--- Dün gece, şu arkamızdaki tepenin ardına su dökmeye gitmiştim. Orada su sesi duydum, galiba dere var.
Olabilirdi, birkaç gün önce şiddetli bir yağmur yağmıştı, kuru derelerden bile su akıyor olabilirdi. Bizim çevremizi incelemeye hiç zamanımız olmuyordu ki. Tüfeğimi namlusu aşağı gelecek şekilde sırtıma çapraz asıp hazırlandım. Efe Mehmet’in matarasını da alıp ardımızdaki tepeye doğru süzüldüm. Çalılıkları aşıp aşağılara doğru yürüdüm. Efe Mehmet haklıydı şırıl şırıl akan küçük bir dere vardı. Önümde küçük bir gölcük belirdi, ay yükselmiş gölcüğü pırıl pırıl parlatmıştı. Mendilimi çıkarıp suyun üzerine serdim ve eğilip kana kana içtim. Mataraları doldurup hemen geri döndüm aklım derede kalmıştı. Aynı bizim Geyikli’deki, Derebağa benziyordu. Sabaha kadar Efe Mehmet ile dertleşip memleketlerimizi, yakınlarımızı konuştuk. Gün ağarırken Efe Mehmet endişeli bir şekilde bana bakıp
--- Halil Onbaşım! Halil Onbaşım! Ağzının etrafı kan içinde. Yaralandın mı? Yoksa
--- Seninki de diyebildim.
Birden aklım başıma geldi. Tüfeğimi alıp koşmaya başladım. Tepeyi aşıp akşam su içtiğim gölcüğü buldum. Kıpkırmızıydı. İçim kalktı, gözlerim karardı, kendime geldiğimde güneş yükselmişti. Geri döndüğümde Efe Mehmet’e baktım, gözlerimiz birbirinden uzaklaşıverdi…
2.ÖYKÜ: ŞEHİTLERLE KOYUN KOYUNA
Cephede 3 gündür süngü harbi yapıyoruz, düşman sürekli saldırıyor. Her taraf Şehit ve yaralılarla dolu. Akşamüstü geri çekilme emri verildi. Arkamızdaki birliğe katılmak için geri çekiliyoruz, toplam 7 kişi kalmışız. Yorgun, üzgün ve mahcubuz. Sığındığımız birlikteki arkadaşlar bizi çok iyi karşıladılar. Teselli etmeye, mahcubiyetimizi gidermeye çalıştılar. Her tarafa ateşler yakılmış, üzerlerine yerleştirilmiş kazanlarda yemekler kaynıyordu. Yemek ikram ettiler ama bizlerin yiyecek hali yoktu ki.
“ Yer gösterin yatalım” dedik.
“Şu barakalardan birine girip yatın” dediler.
Hemen en yakınımızdaki barakaya yöneldik, kapıyı açıp içeri süzüldük, etraf zifiri karanlık, göz gözü görmüyordu. Ama içeride uyuyanlar olduğu belli oluyordu.
“Bize de biraz yer verir misin? Arkadaş” deyip kendimize yer açtık.
Uzandık, çok yorgunduk, hemen uyumuşuz. Sabahın ilk ışıkları ile uyandık, şaşkınlıkla etrafımıza bakındık, çevremiz şehitlerle doluydu, yanlış barakaya girmiş, sabaha kadar şehitlerle koyun koyuna yatmıştık. Gözlerimiz yaşlı, karanlıkta kendimize yer açmak için bilmeden sağa sola yatırdığımız şehit arkadaşlarımızı sevip okşayarak yerlerine yatırdık ve barakayı terk ettik.
3.ÖYKÜ:ÇEKİYORUM TETİĞİ ÇEKİYORUM TÜFEK PATLAMIYOR.
Her birimize onar er verdiler rütbelerimizi de çavuş yaptılar. Arıburnu’nda mevzilerden düşmana doğru ateş ediyoruz. Çekiyorum tetiği çekiyorum tüfek patlamıyor. Ateş etmiyor.
‘ Tüfek arızalandı herhalde’ dedim. Yüzbaşımızda yakınımızdaydı. Siperde eğilerek yanına kadar gittim.
‘ Kumandanım benim tüfek bozuldu ateş etmiyor’ Yüzbaşım tüfeğimi eline aldı dikkatle inceledi, cepheye doğru bir el ateş etti, bana doğru baktı ve
gülümseyerek.
‘Ne bozulması senin parmak gitmiş’ dedi. Birden içim cız etti o an acısını
hissettim , ellerime baktım, sağ elimin işaret parmağı birinci boğumda sonra
yoktu, kurşun alıp götürmüştü.
4. ÖYKÜ: DEVELER GELİYOR DEVELER.
Çanakkale savaşı sonunda birliğimle birlikte Adana ve Halep’e oradan da ta kanal bölgesine kadar gittim. İki yıl kanal bölgesinde Araplarla birlikte İngilizlere karşı savaştım. 4 yıl boyunca bir paşaya emir erliği yaptım.
Arapların temizlik anlayışı ve yemek yerken kaşık kullanmamızı engellemeleri bizleri çileden çıkarırdı.
Kanal bölgesinde bir gün siperde bekliyoruz, yanımızda yeni gelmiş bir genç var ve çok korktuğu her halinden belli oluyor. Düşmanın saldırıya geçmesi ile birlikte siperden kalkıp bağırmaya başladı.
‘Develer geliyor develer’
Ben bir yandan ateş ederek seslendim.’Deve meve yok kaldırma kafanı’ lafımı bitiremeden bir kurşun gelip alnını delip geçti, şehit oldu zavallıcık.
SAVAŞ SONRASI, YENİDEN BAŞLAMA,ÇİLELİ YAŞAM VE ….
Halil Helvacı 9 yıl askerlikten sonra 1923 yılında köyüne döndü. Karnından bacaklarından ve elinden yaralanmıştı ama yaraları yaşamını etkileyecek düzeyde ağır değildi. Onu asıl yaralayan o savaştayken Babası ve biricik eşi ölmüş, annesi iki kızı ve kardeşleri kalmıştı.
Halil Helvacı, yaşam mücadelesine yeniden başladı, evlendi, birinci eşinden iki ikinci eşinden 7 olmak üzere 9 çocuğu oldu. 1966 yılında hacca gitti ve dönüşünde her şeyi çocuklarına devredip köşesine çekildi, 1981 yılına kadar huzur içinde yaşadı. 25 Ocak 1981 tarihinde de hacı dedemizi sonsuzluğa uğurladık.
Çocukluğumda, Hacı dedeme torunları olarak hep beraber hep bir ağızdan sorardık ‘ Dede Atatürk’ü gördün mü Atatürk’le konuştun mu.’ ?
Birden ciddileşir, gözleri buğulanır ’ Atatürk bizim paşamızdı çocuklar, uzaktan gördüm ama konuşmadım ’ derdi. Rahat uyu sevgili dedem rahat uyu Ulu Önder Mustafa Kemal ATATÜRK .
Dedesinden dinleyip derleyen torunu
Mustafa Aydoğan HELVACI
(Alıntıdır)